Bilim insanlarının asma fosillerini inceleyip varlıklarını 60 milyon yıl öncesine götürdüklerini görünce afallamıştım. Ama sonra düşünüp asmanın bitki türlerinin pek çoğundan farklı olarak neredeyse her cins toprakta yaşama kabiliyetini hatırlayınca aslında şaşırmamak gerektiğini idrak ettim. Onların, yaşanan bütün jeolojik zaman değişimlerine uyum sağlayarak varlıklarını sürdürmeleri zaten bunun canlı kanıtıydı.

ASMANIN TARİHİNİ HATIRLAYALIM
Paleontologların yaptıkları araştırmalarda ortaya çıkan fosiller, yaklaşık 60 milyon önce gezegenimizin iki ayrı bölgesinde asmanın hayat bulduğunu gösteriyor. Bunlardan Hindistan’daki daha erken fark edildi, Orta Amerika’dakilerin bulunmasıysa çok yeni, geçtiğimiz yıl yayınlanan bir makaleyle öğrendik.
Bu bulgu, jeolojik dönemler açısından bir başka önemli dönüm noktasıyla yakından ilişkili. Dünyamıza çarparak bir dönemin kapanmasına ve dinozorların yok olmasına sebep olan olay 66 milyon yıl önce gerçekleşiyor. Dünya girdiği karanlık dönemin geride bıraktıktan sonra ortaya çıkıp serpilen türler arasında asma da var.
Asmanın geride kalan 60 milyon yıl içinde hem varlığını sürdürmesi hem de dünyaya yayılması zaten ne kadar esnek ve değişimlere uyum sağlayan bir yapısı olduğunu gösteriyor. Asmanın atalarından bugüne kadar, yaklaşık 80 farklı ana başlıkta derlenen Vitis aileleri ortaya çıkmış. Bunlardan birisi de bizim kendimize en yakın hissettiğimiz Vitis Vinifera ailesi.
ASMANIN YAŞAM YOLCULUĞU
Asmanın milyonlarca yıl süren yolculuğunda iki önemli partneri olmuş: kuşlar ve ağaçlar.
Dinozorların torunları olan kuşlar dünyanın geçirdiği katastrofik karanlık dönemden sonra yeni koşullara adapte olmayı başarmışlar. Asmanın meyvesi olan üzüm, kuşların besin olarak hep ilgisini çekmiş. Yedikleri üzümlerin çekirdekleri de asmanın yayılmasında önemli bir rol oynamış.
Asmanın ikinci partneri olan ağaçlar da onlara, güneşle buluşabilmeleri için merdiven görevi görmüş. Sarmaşık bir yapıya sahip olan asma, topraktan aldığı su ve besini yaşam enerjisine çevirebilmek için gereken güneşe böyle ulaşmış.
İşte bu beraberlik bugünkü konumuzun başlığına getiriyor bizi:
VITE MARITATA – MARRIED VINES
Biyolojinin birlikte yaşamı anlatmak için kullandığı bir terim var: SİMBİYOZ. Farklı türden organizmaların bir arada yaşamasını anlatan bu kavramın bilim dünyası kayıtlarına girmesinin yalnızca 150 yıllık bir geçmişi var. Ama doğadaki varlığı milyonlarca yıl öncesine uzandığı gibi pratik hayatta insan tarafından kullanılması da kültür tarımının başlamasına dek uzanıyor olsa gerek. Hâlâ ağaçların yanına bilerek dikilmiş asmaların olduğunu, günümüze ulaşan örneklerde görüyoruz.
Bu örneklerin asmayı koruma görevini de üslendiği aşikâr. Bir ağaca yakın dikilmiş ve ağaca sarılarak varlığını sürdüren asma, ağaç kesilmediği sürece yaşama ve büyüme fırsatı buluyor. Asmayı kesmek daha kolayken ağacı kesme fikri daha caydırıcı oluyor. Bu da asmalar için hayata tutunmak anlamına geliyor.
NERELERDE VAR OLMUŞ?
Tarih kayıtları ağaçlara sarılan asmaların Etrüskler döneminde İtalya’da çok yaygın olduğunu gösteriyor. Kendimize modern insan dersek bizlerin bağ algısı, sıra sıra uzanan asma sıralarıdır. Daha geleneksel bağcılığa aşina olanlar, goble adı verilen yerde yetişen asmaları da anımsayabilir.
Ama Roma öncesi İtalya’sının hâkimi olan ve bin yıla yakın bir dönem boyunca İtalya’da varlıklarını sürdüren Etrüskler, bağcılığın ve şarabın bu Akdeniz yarımadasında kök salmasını sağlamışlar ve bu dönem Married Vines için de hayat bulma dönemi olmuş.
Bağ ve şarabın bir küresel içecek olmasını Etrüskler sonrasında yarımadanın hâkimi olan Romalılara borçluyuz. Onlar, Etrüsklerden aldıkları mirası içselleştirmiş, bu sayede ağaçlara sarılan asmaların üzümleri şaraba dönerek kadehleri süslemeye izleyen yüzyıllar boyunca devam etmiş.
Ama yine Roma döneminde, asmaların ağaçlar yerine yere dikilen kazıklara bağlanarak yetiştirilmeye başlandığını görüyoruz. Böylece çok daha geniş alanlar bağcılık için kullanılmaya başlanmış. Asmaların belli mesafelerle dikilmesi, sıraların gözetilmesi gibi modern yaklaşımların bu dönemde ortaya çıktığını kayıtlar gösteriyor.
Roma’nın yıkılmasından sonra bağları ve şarabı manastırlar sahiplenmiş. Artık Married Vines sembolik olarak devam eden bir uygulamaya evrilmiş. Bağcılar düşük telli sistemler, kısa budamalar, baş bağlar gibi tekniklerle kontrollü üretim yapmaya yönelmişler.
GÜNÜMÜZDE MARRIED VINES
İtalya’da kültürel mirasın bir parçası olarak ağaçlara sarılı asmalar korunuyor ve üretkenliklerinin devamı için çalışmalar yapılıyor. Campania bölgesinde yetişen yerel üzüm Aspirinio bu yolla yetiştiriliyor ve hasadı ağaca dayanan uzun merdivenlerle yapılıyor.
Kafkasya bölgesinde yer alan komşularımız Gürcistan, Ermenistan, İran ve Azerbaycan bağcılığın ve şarapçılığın ortaya çıkıp geliştiği bölge. Bu bölgelerle ilgili bilgiye ulaşmak mümkün olmasa da hâlâ varlığını sürdüren örneklerle karşılaşmamız büyük olasılık.
Anadolu toprakları, yabani asmanın atalarımız tarafından kültür asmasına dönüştürüldüğü coğrafya. Bu yanıyla baktığımızda, asma ve şarabın tarihindeki bütün dönüm noktalarında Anadolu toprakları hep baş rolde olmuş. Married Vines için de bu elbette geçerli ve yaşayan örnekleri var.
MARRIED VINES’A GÖNÜL VEREN İKİ ÜRETİCİ: NEFERİYE ve KERASUS
Neferiye, Muğla bölgesinde üretim yapan bir butik üreticimiz. Çağlar, Köyceğiz’in yüksek kesimlerindeki köylerde varlığını sürdüren Married Vines’ların Panık ve Kanlıkara üzümlerini işliyor.
Kerasus, benzer bir işi Karadeniz bölgesinde yapıyor. Gizem’in takip ettiği örnekler arasında İsabella ve Narince örneklerini görüyoruz. İsabella üzümünün farklı bir asma ailesi olan Vitis Labrusca türünün bir parçası olduğunu da hatırlatalım.
SON SÖZ
Şarapçılık bir gönül işi ve şarapçılık bağdan başlayan bir uğraş. Bugünün modern bağlarına gelinceye kadar geride bırakılan yaklaşık on bin yıl boyunca bağcılık çeşitli evrelerden geçmiş. Bu yanıyla bakıldığında Married Vines kültürel bir miras ama bunun miras olduğunu fark etmeye çok yakın değiliz.
Gizem’e ve Çağlar’a bu meşakkatli işi yapmayı sürdürüp bizi özgün şaraplarıyla buluşturdukları için gönülden teşekkürler!



