1867 yılında Ren Nehri kıyısındaki Roma dönemine ait bir mezarda, bugünkü magnum şişelerin ölçüsünde, yani yaklaşık 1,5 litre hacmindeki cam bir şişe içinde bulunan şarap, günümüze sıvı halde ulaşan en eski örnek olmuştu.
Almanya’nın II.Dünya Savaşı’nın sonlarında yaşadığı ağır bombardımanlardan kurtulmayı başaran bu 1600 yaşındaki şarabın üstünde bir zeytinyağı katmanı koruyucu olarak kullanılmış. Ayrıca ağzında da hava almasını önleyen bir balmumu mühür var.



Halen Almanya’nın Speyer kentindeki Palatinate Tarih Müzesi’nde sergilenen bu heyecan verici şarap, uzun yıllardır elinde bulundurduğu en eski şarap ünvanını, İspanya’da bulunan yeni bir örneğe bıraktı.
2019 yılında İspanya’nın Sevilla kenti yakınlarındaki Carmona’da bulunan bir Roma mezarında yürütülen kazılarda ele geçirilen ölülerin külleri için kullanılan bir kabın içinde hâlâ sıvı olarak kalmayı sürdüren şarap bulundu. Yapılan araştırmalar şarabın Almanya’daki emsalinden 300 yıl daha yaşlı olduğunu ortaya koydu. Bu da yeni bulunan şarabı neredeyse Hz. İsa ile çağdaş yapıyor.
Mezarın ortaya çıkışı ise tamamen bir tesadüf sonucu olmuş. Kentin imar planına uygun şekilde yapılan tadilat çalışmaları sırasında ortaya çıkan mezar, mezarı koruma altına alan kent müzesindeki arkeologların müdahalesiyle bilimsel kazıya dönüşmüş.
Roma mezarında aslında kireç taşından, kumtaşından ve camdan yapılmış 6 adet kül kabı yer alıyor. Bunlardan üçü erkek, diğer üçü de kadınlara ayrılmış. Kaplardan iki tanesinin üzerinde isimler yer alıyor: Hispanae ve Senicio.
Camdan yapılmış kül kabı bir kurşun muhafazanın içinde yerleştirilmiş. Araştırmalar bu kaptaki kemik kalıntılarının 45 yaşındaki bir erkeğe ait olduğunu ortaya koymuş. Kabın içinde ayrıca çifte başlı Roma tanrısı Janus’la süslenmiş bir altın yüzük bulunmuş.
Kazı ekibinin lideri Juan Manuel Román ve arkadaşları mezarda bulunan ve bir çeşit kırmızı renge sahip olan sıvının içeriğini anlamak için organik kimya konusunda uzman olan José Rafael Ruiz Arrebola’ya başvurmuşlar.
Arrebola, sıvının ne olduğunu tespit etmek için farklı farklı yöntemler kullanmış. Sıvılar için geliştirilen kromatografi-kütle spektrometresi gibi, işin uzmanı olmayanların kolayca anlamlandıramayacakları teknikler işin içine girmiş. Sıvının pH değerinin 7,5 olması aslında şarap için biraz fazla görünse de geçen uzun yıllar boyunca meydana gelen bozulmanın buna sebep olduğu sonucuna varmışlar.
Arrebola, sıvının şarap olup olmadığını anlamak için bakması gereken biyomarkerlere odaklanmış. Sıvının mineral içeriği, bugün bölgede üretilen sherry’lerle yakınlık gösteriyor. Aynı zamanda şarapta görmeye alıştığımız polifenollerden yedi tanesi ve doğal antioksidanlar da sıvının içeriğinde karşılarına çıkmış.
Ulaşılan bu bilgilerle sıvının şarap olduğu kesinlik kazanmaya kazanmış ama beyaz mı, kırmızı mı olduğu için başka referanslara ihtiyaç duyulmuş.
Şarabın kimyasal analizlerindeki önemli bileşiklerden birisi siringik asit. Bu asidin çok önemli bir özelliği var. Kırmızı şaraplarda bulunan ana pigment çözündüğünde ortaya siringik asit çıkıyor.
Roma mezarında bulunan sıvının analizlerinde siringik asit olmayışı, zamanında konmuş olan şarabın beyaz şarap olduğuna işaret ediyor.
Sıvının analizlerini yapan Arrebola herhangi zehirli bir madde olmadığı ortaya çıkınca, kazı heyeti başkanı Román’a sıvıyı tatmalarını önermiş.
‘Her ne kadar içinde bulunan kemik kalıntılarından ötürü biraz bulanık olsa da dikkatle süzülerek içilmesinde bir sakınca yok’ diyor Arrebola ve hemen ekliyor: ‘Ama doğrusunu isterseniz ilk içen ben olmak istemem.’
İşte bir tesadüfle ortaya çıkan ve dünya şarap tarihinin bir bölümünün yeniden yazılmasını sağlayan buluşun öyküsü böyle. Bundan sonra karşımıza dünyanın başka yerlerinde, mesela bizim ülkemizde bir yerlerde, daha da eski dönemlere uzanan sıvı örnekler bulunabilir mi?
Bundan on yıl önce kimsenin İspanya’daki buluntu gibi bir örnek bulunması olasılığı aklından geçmezdi. Kim bilir? Belki bir yerlerde, bir toprak kabın içindeki şarap bizlerin ona ulaşmasını bekliyor.